"BEN AÇ KALMAM SEN DÜŞÜN!"
Tarım, hayvancılık hakkında, üretimin önemi üzerine çok yazılar yazdım; bazen şiirler bile denedim.
Çiftçimize, topraklarımıza sahip çıkmak gerektiğini söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Hiçbir söz, Nihat'ın söylediği, ben aç kalmam sen düşün dediği kadar tesirli olmamıştı bu güne kadar. Aslında bana söylerken, herkese seslenip milleti uyarmak ister gibiydi.
Aşağıdaki yazımı bir kere daha okumanızı tavsiye ediyorum. Siyasetle işim yok, farklı yerlere çekilmez umarım. Bugüne kadar yazdıklarımla, bundan sonra da yazacaklarımla taş atmak değil amacım; gözlem ve deneyimlerimizi paylaşıp, faydalı bulunacaksa fikirlerimizi sunmaktır. Üzerinden bir buçuk yıl bile geçmemiş, ben bu satırları yazarken çarşı pazar karışmamıştı daha. İnsanlar yanında çığlık atsanız duymuyorlar bazen. Nihat’la sohbetimizde bu günleri görmüş gibi insanları uyandırmaya çalışmış, çiftçimize sahip çıkmazsanız milleti nasıl doyuracaksınız dercesine tarım ve hayvancılığı yönetenlere mesajımızı vermiştik. Müneccim değiliz elbette ama korkarım bu günleri de arayacağız! İnşallah yanılırız…
(Yazının özüne uygun fotoğraf ararken internet ortamında bulup indirmiştim. Bundan sonra çifte eşek koşarak reçberlik edeni görürseniz şaşırmayın derim.)
***
"BEN AÇ KALMAM, SEN DÜŞÜN!"
Demişti sohbetin bir yerinde, adı Nihat'tı. Denizli Çameli ilçesine bağlı bir köyde tarım ve hayvancılıkla geçinmeye çalışan bir çiftçiydi. Sempatik ama sivri dilli bir üretici imajı veren sıra dışı bir üreticiyle, insanı bazen düşündüren, bazen de güldüren bir tanışma sohbeti yapmanın keyfini yaşamıştım...
Çok şey konuştuk ama aklımda yer eden bazı bölümleri yazayım, okuyanları da düşündürürüz belki derken; ne yalan söyleyim bu gidişat nereye eyy millet diye avazım çıktığı kadar da bağırasım geldi...
Nihat benim tarım teşkilatı emeklisi olduğumu öğrenince soru mu soruyor, hesap mı soruyor belli değil gibiydi sanki. Belli ki çok doluydu... "Hocam bir sorum var sana; çiftçi kayıt sistemine girip bakıyorum, 50 yaşından küçük kayıtlı çiftçi yok, varsa da ben bulamadım. Bu durumu nasıl yorumlayacaksın, geleceğimizi nasıl görüyorsun?" Deyince, sen kaç yaşındasın dedim; 53 yaşındayım dedi. Başka alternatiflerin olsa çiftçilik yapar mıydın dedim; yapmazdım dedi. Kaç çocuğun var dedim; 5 çocuğum var dedi, yanında oturan dünya güzeli üç çocuğuna sevgiyle bakıp, bunların üniversite mezunu iki tane de ablaları var derken yüzüne bir gülümseme yayıldı... "Oğlumuz da olsun istiyorduk; doktorlar eşimin bir daha doğum yapamayacağını söylediler, eşinin doğum yapması ölüm tehlikesi anlamına gelir diyerek yasakladılar bize! Aradan yıllar geçti ve önce bu ikizler doğdu, sonra da en küçüğümüz işte bu prenses geldi. Allah'ın mucizesi işte, eşime de bir şey olmadı çok şükür..."
İkizlerin biri kız biri erkek dördüncü sınıfta, en küçükleri de ikinci sınıfta ilkokula gidiyorlar. Biri doktor, biri bilim insanı biri de mühendis olmak istiyormuş. Çok güzel ve bakımlı köy çocukları olarak dikkat çekiyorlar, okulların kapalı olması ve imkânlar kısıtlı olduğu için mutlu değillerdi...
Bak beş çocuğa baka biliyorsun, ikisine üniversite eğitimi aldırmak kolay mı? Deyip nasırına basar gibi bir soru da ben sorunca; "bu küçüklerim dahil hepimiz çalışıyoruz, kısa bir süre önce en son 35 bin lira kredi çektim, borcun birini kapatmadan biri açılıyor. Tarladan, ahırdan çıkmıyoruz, belediyeden geçici iş vermesini talep ettim yüzüme bile bakan olmadı. Başka alternatifler olsaydı diyorsun, olsaydı hiç düşünür müydüm sanıyorsun! Bu gidişle ne mazot alabiliriz ne gübre ne de tarım yapabiliriz! İlaçsız zaten ürün almak imkânsız. Ama ben bu işin sonunu biliyorum ne olur ne olmaz diye iki eşşek var damda satmıyorum. Mazot bulamasam da eşşeklerle o iki üç dönüm yeri sürer ekerim ben aç kalmam sen düşün!"
Aklım yettiğince, dilim döndüğünce fikirlerimi aktarıp yanında olduğumu, ömrüm boyunca üreten ve alnının teri ile geçinen insanlarımızın hakkını alamayışına şahitlik edip nasıl kahrolduğumu söyledim. Çoğu insanımızın henüz kavrayamadığı bir tehlikeyi gören, nereye doğru gittiğimizi, köyünü toprağını terk eden genç nesilleri nasıl uyandıracağımızı sorgulayan Nihat kardeşimin penceresinden sizlerin de bakmanızı istediğim için yazmak istedim. Ne olursa olsun asla terk etmememiz, hele de yabancılara toprağımızı satmamamız gerektiğini çok yakında anlayacağız anlamasına da kafamızı duvarlara vurmayız inşallah. Bu konuda ne vakit endişe verici bir gelişme olsa aklıma hep Kenya kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta'nın hafızama işlemiş sözleri gelir! "Batılılar geldiğinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı"
Unutmayın vatanımızın milletimizin değerli evlatları; gıda bir gün hiçbir para ve gücün satın alamayacağı bir silaha dönüşecektir...
Mustafa Yavuz ÇOLAK
3 Mart 2021
0 Yorum